Üzerinden 2 sene geçtikten sonra anlatıcak, o detayların üzerinden geçebilecek selameti gösterebildim. Ve evet epey detaylı. Şu okudğum son kitapta bahsettiği gibi, "thick description" çünkü. Salt olayın kendisi, olduğu an değil; öncesi sonrası, olan ve olamayanlarıyla her sey dahil versiyonu.
**************************************
1. Gün:
Kullanmam gereken bir
haftalık tatil vardı, mesailer birikmiş ve Nisanın son haftasına
kadar kullanmam gerekiyordu. Adana'ya mı gitmeli, piyano alıp bir
hafta gece gündüz ona mı çalışmalı derken kendimi birtakım
arkadaşların da gazıyla Milano'da okuyan arkadaşımı ziyaret
ederken buldum. Gitmeden haber vermiştim diğerine, güya gidip
aşkımı ilan edicektim. Herhangi bir cevap dahi almayınca, boşa
kürek çektiğimi 1124345546. kez anladım. Ama bu sefer gerçekten
anladım. Hostelde duş alıyordum ve kararımı bu sefer vermiştim.
Akıp giden suda artık peşinden koşmayacağım hayallerim de
vardı.
Arkadaşımla geçen
eğlenceli 3-4 günden sonra, Roma'ya giden gece trenine bindim,
yanımda “Korkuyu Beklerken”. Sabah 7 gibi trenden indim, ilk
işim 3 gün geçerli Rome Pass i almak. Civarda en görevli görünen
bir adama sordum, İtalyanca cevap verdi, anlamayınca Fransızcasını
söyledi, kırmızı otobüsün yanına gitmemi söylüyordu, rouge
un Fransızca kırmızı olduğunu biliyordum neyse ki. Yanından
teşekkür ederek ayrılırken arkadaşlarına bir Fransıza yardım
ettiğini anlatıyordu. Güldüm, güzel başlangıç dedim. Roma'ya
hoşgeldim.
Hosteldeki adam tam bir
İtalyan beyefendisi, hafif flörtif, oldukça yakışıklı ve bir o
kadar nazik. Muhtemelen her gün en az beş defa anlattığı şeyleri
bir kez de bana anlattı tatlı tatlı, açtı Roma haritasını,
rotamı çizdi 3 günlük. Dışarı çıkıcaktım ki, orda dur
dedi, önce bir duş alıyorsun, burda kahvaltını edip
dinleniyorsun ve ondan sonra çıkıcaksın. Tartışacak halde
değildim zaten tartışma götürecek öneriler de değildi. Kahve,
portakal suyu ve iki adet çörekten oluşan kahvaltımı yapıp
kendimi sokaklara attım.
Genelde yaptığım gibi,
ilk gün yine klasik turist turunu yaptım, şu an çoğunun adını
hatırlamadığım birtakım tarihi binaları gezip, nehrin
ortasındaki minik adada harika bir dondurmacı bulup, içimdeki
Avrupalı hesabı en bi güneşli kıyıya oturup dondurmamı yedim.
Şimdi ne tarafa yürüsem diye bakındığım sıralarda
gözlerindeki hinlik parıltısını farkedttiğim 3 adam gördüm,
bana bakıp geçtiler. Birkaç dakika sonra yanıma biri yaklaştı,
elinde harita bana birşeyler sordu. Çocuğuyla buluşması
gerekiyormuş metroda, ona yardım edebilir miymişim. Kusura kalma
amca buralı değilim, buralı birine sor dedim. O sırada da garip
gelmişti de sonradan anladım ufak çaplı bir dümen olduğunu.
İstanbul'dan alaylı olunca eğer bir şekilde tenha yerlere
geliyorsam, -ki her şehirde oranın en tenha yerlerinde buluyorum
kendimi bir noktada-, en azından içgüdüsel olarak o ıssız
yerlerin en görünen, halka en açık kısımlarında yürüyorum.
Bu adamlar da daha az görünür bir noktaya yürüyeceğimizde artık
ne düşünüyorlarsa... Neyse ki safsalak olduğum kadar şanslıyım
da.
Bir noktada yemek yemem
gerekiyordu ama istediğim gibi bir yer bulmak için o kadar çok
dolaştım ki, sonunda çok yoruldum ve zaten gece olmuştu. Hostele
geri dönüp uyumaya karar verdim. Yanlış otobüse binip yanlış
yerlerde inip kayboluktan sonra hosteldeki püskevit makinesinden
aldığım cipsi yiyip bugün de ölmedim şükür, karnım da doydu
dedim, mutlu mesut yatağıma uzandım.
2. gün.
'e uyandım diye devam
edebilirdim ama hikaye esas tam burada başlıyordu. Ufak tefek
birkaç komiklik şakalık olay dışında aslında Roma'nın ilk
gününün, en azından gündüzünün yani, kayda değer bir tarafı
yoktu. Ta ki pijamalarımı giyip yatana kadar. Odam giriş katında
ve de ortak alanın tam yanındaydı. Ve o gece, hosteldekiler ortak
alanda toplanmış konuşuyorlardı, yılların yatakhane gediklisi
olarak madem uyuyamicam bari gideyim ben de ortak alana, konuşacak
kadar aklım enerjim kalmadıysa da en azından iki değişik insan
görürüm, bikaç şakayı anlar gülerim belki dedim ve üzerimdeki
sümük (sünük) hırkam ve pembe yeşil pijamalarımda ortak alana
gittim, bulduğum bir sandalyeye oturdum. 15 kişi kadar varlardı,
bir noktada Türkiye den geldiğimi söyledim. Kanadalı, Amerikalı,
Avustralyalı, Bulgar ve hatırlayamadığım bir ton milletten genç
konuşuyor ben de yarı dinliyor, yarı uyuyor, arada da
sırıtıyordum. Tarantino filmlerinden konu açıldığında bikaç
şey söylemek istedim ama ağzımı açamayacak kadar yorgundum.
Yavaş yavaş insanlar
dağılmaya başladı, sanırım kalkacak kadar enerjim olmadığından
oturdum. Son 4-5 kişiydik ki O.nu farkettim. Eneee bu baya hoşmuş
yauuvv dedim, aksanı da pek bi şeker, hikayelerini de negzel
anlatıyor öyle dedim. O anlatsın sen dinle, öyle yani. Sonunda 3
kişi kaldık, J., O. ve ben. O esnada tabi artık bir noktada
konuşmak zorunda kaldım, neleri konuşamadım tam hatırlamıyorum
ama çekici (=sümük pijamalı) ve zeki (=hebee be) olmaktan çok
uzaktım. Ertesi gün Venedik'e gidicekti ve facebook unu neyin almak
zorundaydım. Vefakat yapamadım. İyi geceler dileyip odama gittim,
aklımca bi plan yaptım, feysbukunu istemek için geri döndüm. “Ay
telefonum burda mıymış ay değilmiş hihi” (mission fail) diyip
yatağıma geri döndüm kös kös.
2. gün:
Ertesi sabah Roma
sokaklarını nasıl dolaştığımı ben bilirim. Ah salak kafam
neden istemedin iletişim bilgilerini, ne kadar gerizegalısın sen,
kaç yaşındasın hayla bi feys bile soramıyorsun. Heh gitti işte,
bi daha nerden görücen. Hosteldeki o adama yalvarsam, belki email
adresini verir diye diye ne gördüğümü ne yaptığımı
hatırlamadan dolaştım ve akşamüzeri hostele geri döndüm. Ve
O.nu gördüm, gitmemişti, kocaman gülüşüyle gülüyordu üstüne
üstlük şerefsiz. J. de ordaydı, ortak alanda. Yemek için bir yer
biliyor musunuz dedim, J. bizi bir pizzacıya götürdü, orda
oturduk pizza yedik, şarap içtik, hakikaten ne konuştuğumu
hatırlamıyorum, zaten konuşamayacak kadar da aşırı aşırısı
heyecanlıydım. Sanırım konuşmadığımda daha çekiciydim, çünkü
sanırım O.nun da ilgisi vardı bana. Ve hatta J. nin de. Sonra
ortak alanda konuştuk yine geç saatlere kadar, bu sefer feysbukunu
aldım, birbirimize bikaç fotoğraf bile gösterdik (feysbuk
üzerinden iliski analizleri kısım 1). Ertesi gün Venedik'e
gidicekti, yani son görüşümdü ama olsun, iletişim bilgisini
aldım ya, bi daha asla göremeyecek olsam da en azından ufak,
ufacık bir bağ vardı artık, sanal ve anlamsız da olsa. Mission
accomplished diyerek uyudum o gece.
Roma'nın son gününde
artık günlerdir süren uykusuzluktan ve yoğun tempodan bitap
düşmüştüm, 30-40 dklık tren mesafesindeki bir plaja gidip bütün
gün kumda yatmayı düşlüyordum ki, o gün grev varmış tren
neyin gitmiyordu plaja. İçimdeki Avrupalı yine höykürdü ordan,
git o zaman bir park bul orada yat güneşlen uyu dedi. Eyvallah
bacım sağolasın dedim, daha önceden görüp beğendiğim,
bisiklet neyn sürdüğüm bi parka gittim. Civarında başka
kızların da yatıp güneşlendiği bi alana serildim. Ne kadar
süreyle yattım, ne kadar uyudum emim değilim, dizime değen bir
şeyle uyandım. Yanı başımda evsiz bir adam vardı, elinde de boş
bir fanta şişesi. Dizime değen şey o şişeydi ve ben başımı
kaldırıp bakınca özür diledi. Nasıl oldu da o şişe dizime
değdi, o adam niye o kadar yanımdaydı, çevremdekiler niye öyle
garip bakıyorlardı bilmiyorum. Öğrenmek de istemiyorum. Geçelim.
Öğleden sonra hostele
döndüm, eşyalarımı alıp tren garının hemen yanı başındaki
bir başka hostele geçicektim çünkü Milano'ya uçağım sabahın
köründeydi ve havaalanı-hostel mesafesini optimize etmiştim.
Milano'da bir gece daha geçirip ertesi günki sabahın köründe de
İstanbul'a uçucaktım. Düm, tim, di, tim, tım. Hostelde O.nu
görmemle tüm o zaman ekleri hükmünü yitirdi. Venedik'e o gece
trenle gidicekti. J. de oradaydı. Yine aynı pizzacıya gittik, yine
aynı kadro. Sonra döndük hostele, eşyalarımızı sırtlandık,
J.le vedalaştık, hayatımda gördüğüm en iyi tokalaşmacıydı.
Ben gar yanındaki hostelime O. da direk garın kendisine gidiyordu
trene binmek için, beraber yürümeye başladık.
Yine dıştan neler
konuştuk hatırlamıyorum ama iç sesimle büyük bir kavga
halindeydik. Biri diyordu ki hadi Venedik'e git onla. Diğeri de
diyordu ki, saçmalama, sabah uçağın, kalacak yerlerin her şeyin
ayarlı, hem gitsen ne olucak ki, epi topu birkaç saat
kalabileceksin Venedik'te. Bir taraftan iç sesler korosu, diğer
taraftan onun hep böyle anlatsa ben de hep dinlesem hikayeleri...
Gara geldiğimizde, gidilecek iki yol vardı. Ağzımdan çıkmak
için kıyasıya yarışan iki çift laf. Birini acilen seçmem
gerekiyordu, “Venedik'e senle gelsem nasıl olur” bu etabı
kazandı.
3. güne daha çok vardı ve önce o tren yolculuğunu yapmamız gerekiyordu.
Ps. İşbu yazı pek sevgili suvebeyaz a yaklaşık 2 yıl (!!!!!^%+&%/&+(/%&+) önce verilen söz üzerine yazılmıştır.
Ps. İşbu yazı pek sevgili suvebeyaz a yaklaşık 2 yıl (!!!!!^%+&%/&+(/%&+) önce verilen söz üzerine yazılmıştır.
ooyyyyyyyy çok sevindimmm... mürdüm eriğiii, nası heyecenla okudum bunu, fazla kalamicim yorum için, yazının ikinci kısmına geçiyorum:)) kusura bakma durum çok heyecanlı:)
YanıtlaSil