13 Mart 2015 Cuma

Bir Hikaye: Roma -1

Üzerinden 2 sene geçtikten sonra anlatıcak, o detayların üzerinden geçebilecek selameti gösterebildim. Ve evet epey detaylı. Şu okudğum son kitapta bahsettiği gibi, "thick description" çünkü. Salt olayın kendisi, olduğu an değil; öncesi sonrası, olan ve olamayanlarıyla her sey dahil versiyonu.

**************************************
1. Gün:
Kullanmam gereken bir haftalık tatil vardı, mesailer birikmiş ve Nisanın son haftasına kadar kullanmam gerekiyordu. Adana'ya mı gitmeli, piyano alıp bir hafta gece gündüz ona mı çalışmalı derken kendimi birtakım arkadaşların da gazıyla Milano'da okuyan arkadaşımı ziyaret ederken buldum. Gitmeden haber vermiştim diğerine, güya gidip aşkımı ilan edicektim. Herhangi bir cevap dahi almayınca, boşa kürek çektiğimi 1124345546. kez anladım. Ama bu sefer gerçekten anladım. Hostelde duş alıyordum ve kararımı bu sefer vermiştim. Akıp giden suda artık peşinden koşmayacağım hayallerim de vardı.

Arkadaşımla geçen eğlenceli 3-4 günden sonra, Roma'ya giden gece trenine bindim, yanımda “Korkuyu Beklerken”. Sabah 7 gibi trenden indim, ilk işim 3 gün geçerli Rome Pass i almak. Civarda en görevli görünen bir adama sordum, İtalyanca cevap verdi, anlamayınca Fransızcasını söyledi, kırmızı otobüsün yanına gitmemi söylüyordu, rouge un Fransızca kırmızı olduğunu biliyordum neyse ki. Yanından teşekkür ederek ayrılırken arkadaşlarına bir Fransıza yardım ettiğini anlatıyordu. Güldüm, güzel başlangıç dedim. Roma'ya hoşgeldim.

Hosteldeki adam tam bir İtalyan beyefendisi, hafif flörtif, oldukça yakışıklı ve bir o kadar nazik. Muhtemelen her gün en az beş defa anlattığı şeyleri bir kez de bana anlattı tatlı tatlı, açtı Roma haritasını, rotamı çizdi 3 günlük. Dışarı çıkıcaktım ki, orda dur dedi, önce bir duş alıyorsun, burda kahvaltını edip dinleniyorsun ve ondan sonra çıkıcaksın. Tartışacak halde değildim zaten tartışma götürecek öneriler de değildi. Kahve, portakal suyu ve iki adet çörekten oluşan kahvaltımı yapıp kendimi sokaklara attım.

Genelde yaptığım gibi, ilk gün yine klasik turist turunu yaptım, şu an çoğunun adını hatırlamadığım birtakım tarihi binaları gezip, nehrin ortasındaki minik adada harika bir dondurmacı bulup, içimdeki Avrupalı hesabı en bi güneşli kıyıya oturup dondurmamı yedim. Şimdi ne tarafa yürüsem diye bakındığım sıralarda gözlerindeki hinlik parıltısını farkedttiğim 3 adam gördüm, bana bakıp geçtiler. Birkaç dakika sonra yanıma biri yaklaştı, elinde harita bana birşeyler sordu. Çocuğuyla buluşması gerekiyormuş metroda, ona yardım edebilir miymişim. Kusura kalma amca buralı değilim, buralı birine sor dedim. O sırada da garip gelmişti de sonradan anladım ufak çaplı bir dümen olduğunu. İstanbul'dan alaylı olunca eğer bir şekilde tenha yerlere geliyorsam, -ki her şehirde oranın en tenha yerlerinde buluyorum kendimi bir noktada-, en azından içgüdüsel olarak o ıssız yerlerin en görünen, halka en açık kısımlarında yürüyorum. Bu adamlar da daha az görünür bir noktaya yürüyeceğimizde artık ne düşünüyorlarsa... Neyse ki safsalak olduğum kadar şanslıyım da.

Bir noktada yemek yemem gerekiyordu ama istediğim gibi bir yer bulmak için o kadar çok dolaştım ki, sonunda çok yoruldum ve zaten gece olmuştu. Hostele geri dönüp uyumaya karar verdim. Yanlış otobüse binip yanlış yerlerde inip kayboluktan sonra hosteldeki püskevit makinesinden aldığım cipsi yiyip bugün de ölmedim şükür, karnım da doydu dedim, mutlu mesut yatağıma uzandım.

2. gün.
'e uyandım diye devam edebilirdim ama hikaye esas tam burada başlıyordu. Ufak tefek birkaç komiklik şakalık olay dışında aslında Roma'nın ilk gününün, en azından gündüzünün yani, kayda değer bir tarafı yoktu. Ta ki pijamalarımı giyip yatana kadar. Odam giriş katında ve de ortak alanın tam yanındaydı. Ve o gece, hosteldekiler ortak alanda toplanmış konuşuyorlardı, yılların yatakhane gediklisi olarak madem uyuyamicam bari gideyim ben de ortak alana, konuşacak kadar aklım enerjim kalmadıysa da en azından iki değişik insan görürüm, bikaç şakayı anlar gülerim belki dedim ve üzerimdeki sümük (sünük) hırkam ve pembe yeşil pijamalarımda ortak alana gittim, bulduğum bir sandalyeye oturdum. 15 kişi kadar varlardı, bir noktada Türkiye den geldiğimi söyledim. Kanadalı, Amerikalı, Avustralyalı, Bulgar ve hatırlayamadığım bir ton milletten genç konuşuyor ben de yarı dinliyor, yarı uyuyor, arada da sırıtıyordum. Tarantino filmlerinden konu açıldığında bikaç şey söylemek istedim ama ağzımı açamayacak kadar yorgundum.

Yavaş yavaş insanlar dağılmaya başladı, sanırım kalkacak kadar enerjim olmadığından oturdum. Son 4-5 kişiydik ki O.nu farkettim. Eneee bu baya hoşmuş yauuvv dedim, aksanı da pek bi şeker, hikayelerini de negzel anlatıyor öyle dedim. O anlatsın sen dinle, öyle yani. Sonunda 3 kişi kaldık, J., O. ve ben. O esnada tabi artık bir noktada konuşmak zorunda kaldım, neleri konuşamadım tam hatırlamıyorum ama çekici (=sümük pijamalı) ve zeki (=hebee be) olmaktan çok uzaktım. Ertesi gün Venedik'e gidicekti ve facebook unu neyin almak zorundaydım. Vefakat yapamadım. İyi geceler dileyip odama gittim, aklımca bi plan yaptım, feysbukunu istemek için geri döndüm. “Ay telefonum burda mıymış ay değilmiş hihi” (mission fail) diyip yatağıma geri döndüm kös kös.

2. gün:
Ertesi sabah Roma sokaklarını nasıl dolaştığımı ben bilirim. Ah salak kafam neden istemedin iletişim bilgilerini, ne kadar gerizegalısın sen, kaç yaşındasın hayla bi feys bile soramıyorsun. Heh gitti işte, bi daha nerden görücen. Hosteldeki o adama yalvarsam, belki email adresini verir diye diye ne gördüğümü ne yaptığımı hatırlamadan dolaştım ve akşamüzeri hostele geri döndüm. Ve O.nu gördüm, gitmemişti, kocaman gülüşüyle gülüyordu üstüne üstlük şerefsiz. J. de ordaydı, ortak alanda. Yemek için bir yer biliyor musunuz dedim, J. bizi bir pizzacıya götürdü, orda oturduk pizza yedik, şarap içtik, hakikaten ne konuştuğumu hatırlamıyorum, zaten konuşamayacak kadar da aşırı aşırısı heyecanlıydım. Sanırım konuşmadığımda daha çekiciydim, çünkü sanırım O.nun da ilgisi vardı bana. Ve hatta J. nin de. Sonra ortak alanda konuştuk yine geç saatlere kadar, bu sefer feysbukunu aldım, birbirimize bikaç fotoğraf bile gösterdik (feysbuk üzerinden iliski analizleri kısım 1). Ertesi gün Venedik'e gidicekti, yani son görüşümdü ama olsun, iletişim bilgisini aldım ya, bi daha asla göremeyecek olsam da en azından ufak, ufacık bir bağ vardı artık, sanal ve anlamsız da olsa. Mission accomplished diyerek uyudum o gece.

Roma'nın son gününde artık günlerdir süren uykusuzluktan ve yoğun tempodan bitap düşmüştüm, 30-40 dklık tren mesafesindeki bir plaja gidip bütün gün kumda yatmayı düşlüyordum ki, o gün grev varmış tren neyin gitmiyordu plaja. İçimdeki Avrupalı yine höykürdü ordan, git o zaman bir park bul orada yat güneşlen uyu dedi. Eyvallah bacım sağolasın dedim, daha önceden görüp beğendiğim, bisiklet neyn sürdüğüm bi parka gittim. Civarında başka kızların da yatıp güneşlendiği bi alana serildim. Ne kadar süreyle yattım, ne kadar uyudum emim değilim, dizime değen bir şeyle uyandım. Yanı başımda evsiz bir adam vardı, elinde de boş bir fanta şişesi. Dizime değen şey o şişeydi ve ben başımı kaldırıp bakınca özür diledi. Nasıl oldu da o şişe dizime değdi, o adam niye o kadar yanımdaydı, çevremdekiler niye öyle garip bakıyorlardı bilmiyorum. Öğrenmek de istemiyorum. Geçelim.

Öğleden sonra hostele döndüm, eşyalarımı alıp tren garının hemen yanı başındaki bir başka hostele geçicektim çünkü Milano'ya uçağım sabahın köründeydi ve havaalanı-hostel mesafesini optimize etmiştim. Milano'da bir gece daha geçirip ertesi günki sabahın köründe de İstanbul'a uçucaktım. Düm, tim, di, tim, tım. Hostelde O.nu görmemle tüm o zaman ekleri hükmünü yitirdi. Venedik'e o gece trenle gidicekti. J. de oradaydı. Yine aynı pizzacıya gittik, yine aynı kadro. Sonra döndük hostele, eşyalarımızı sırtlandık, J.le vedalaştık, hayatımda gördüğüm en iyi tokalaşmacıydı. Ben gar yanındaki hostelime O. da direk garın kendisine gidiyordu trene binmek için, beraber yürümeye başladık.

Yine dıştan neler konuştuk hatırlamıyorum ama iç sesimle büyük bir kavga halindeydik. Biri diyordu ki hadi Venedik'e git onla. Diğeri de diyordu ki, saçmalama, sabah uçağın, kalacak yerlerin her şeyin ayarlı, hem gitsen ne olucak ki, epi topu birkaç saat kalabileceksin Venedik'te. Bir taraftan iç sesler korosu, diğer taraftan onun hep böyle anlatsa ben de hep dinlesem hikayeleri... Gara geldiğimizde, gidilecek iki yol vardı. Ağzımdan çıkmak için kıyasıya yarışan iki çift laf. Birini acilen seçmem gerekiyordu, “Venedik'e senle gelsem nasıl olur” bu etabı kazandı.

3. güne daha çok vardı ve önce o tren yolculuğunu yapmamız gerekiyordu.

Ps. İşbu yazı pek sevgili suvebeyaz a yaklaşık 2 yıl (!!!!!^%+&%/&+(/%&+) önce verilen söz üzerine yazılmıştır. 

1 yorum:

  1. ooyyyyyyyy çok sevindimmm... mürdüm eriğiii, nası heyecenla okudum bunu, fazla kalamicim yorum için, yazının ikinci kısmına geçiyorum:)) kusura bakma durum çok heyecanlı:)

    YanıtlaSil