7 Aralık 2011 Çarşamba

Tümevarıcam, yol açın!

Meğersem benim tipim varmış. Onu öğrendim burda. Tümevarırken 1., 2, ve n. ve n+1. örnek için doğrulayabiliyorsanız tümevardınız demektir diye öğretmişlerdi üniversitede. Ben de bundan yola çıkaraktan 1. ve 2. örneği cebe attım, n ve n+1 i de bulunca nurtopu gibi teoremim olucak.

oyy amma uzattım hee, insan kendi yazarken kendi kendine sıkılır mı? Kendi kendisinin arasına girip lafını ağzına tıkar mı? Neyse demem o ki, evet bir tipim var yihuuu. Yıllarca ehem benim tipim yok güzel gülsün ehehe bir de benden kısa olmasın felan dedim durdum. Hani liberallik efendime söyliyim, kalıplara girme fobisinden neyin değil de bildiğin gözlem ve bilgi eksikliğinden kaynaklanıyormuş bazı şeyler.

Misal, çok dolaşmış olmasını seviyormuşum. Böyle dolaşsın, ama ehem ben sıcak duşu olmayan, bana özel çırpılmış yumurta yapılmayan otelde kalmam tarzında değil de, bohem dolaşanından olsun. Gezerken giydiği tişört güneşte sararmış, gün görmüş geçirmiş; ağzı olup konuşsa "heyt be kaplan seninle az badireler atlatmadık koçum" diyecek olsun. Ay onu yemem burda yatmam şunu yapmam demesin. Şuraya gittim deyince Paris Barcelona'yi değil de, haritada yerini bilmem kaç yaklaşıklıkla bile bulamayacağım yerleri kastetmiş olsun. Çingene pilici gibi olsun, ne yer seçsin ne insan.Otuzuna gelsin ama büyüyünce ne olacağına karar verememiş olsun. Amanın 30 oldum hayla daha dikili ağacım yok demesin. Deli/arızalı/tutunamayan yaftalarına vız gelir tırıs gider diyecek cinsten olsun.

 Aha bu kola şişesinin rakımı gibiç (ne var rakım da hacmin bi parçası yani, o kaddan da yanlış değil)192 ml gibi saçma sapan olsun. bir küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk gibi olsun. Yok lan şaka, abidik gubidik olsun yani.


Olur ise böylesi böylesi olsun.

Muş meğersem.

13 Kasım 2011 Pazar

Elimi uzatsam ölücektim

Ama heyecandan değil. Hani o kimin yazdığını bir türlü bulamadığım şiirdeki gibi de değil. Aşktan hiç değil. 

Teeyyy liseden beri bir arkadaşım var, ara ara arkadaştan biraz fazla olduk ama hiç sevgili olmadık. Konsere gitmiştik geçenlerde, Yansımalar ın konseri. Son bir yıldır artık bir ad koymanın vaktinin geldiğini hissettiriyordu. Elime veya omzuma gereğinden fazla uzanıyordu eli. Ama ya görmezlikten geldim ya anlamazlıktan. Çok güzel anlamazlıktan geliyorum ben mesela. Bazen gerçekten anlamıyorum, o ayrı, ama sanırım tam da o yüzden güzel anlamama rolü yapıyorum, nasıl yapıldığını biliyorum çünkü.

Neydi Yansımalar konserindeydik evet. Konser de grup da şahaneydi, ortam ambiyans atmosfer duygular, o an bizi içten dıştan çevreleyen ne varsa her şey güzeldi. İyi, idare eder anlamında da değil hem, estetiksel olarak güzeldi. En güzel şarkılardan birinde, elini uzattığını gördüm, elime uzandığını. Elimi uzatsam mı dedim ve işte o an çok değişik bir şey oldu.  Derler ya, ölmeden önce hayatın gözlerinin önünden film şeridi gibi geçer diye. İşte o an, hayatım ve nasıl olacağı gözlerimin önünden film şeridi gibi aktı ve ben öldüm. O bir anın içinde gördüm ömrümü Önce sevgili olma, yüksek ihtimal 1 sene içinde nişan, 2 seneye kalmadan düğün. 5-10 senelik bir mortgage ile Maltepe'de bir ev, tabi ki bir iki seneye çocuk. Zaten ondan sonra da artık sadece çocuk. Kakasını yaptı mı, öksürdü mü, bezi nerden ucuza alırız, ay dizi kanadı vah ateşi çıktı... üç nokta bile yetmiyor şerefsizim üç bin tane falan gerek örneklerin ne kadar çoğaltılabilir olduğunu anlatmaya.

Tüm bunlar bir "an"da gözümün önünden geçti ve öldüm sonunda. Uzanamadım o yüzden, karşılık veremedim eline. Görmezlikten geldim, o esnada gözlerimin önünden neler geçtğini bilemezdi zaten.


Ee nolcak yani, plan ne o zaman diyceksiniz. Plan yok zaten, tek plan planın olmaması belki.En güzel tarafı da o. Büyüyünce turşu olurum, acur turşusu. Ya da zamanla aklımı başıma devşiririm, kaç bin yıllık geleneğe karşı çıkacak değilim ya. Gerçek dünyaya sert bir düşüş yaşarım belki, kimbilir. Hepsini biliyorum da kendimi ikna edemiyorum. Sayı olsam 5 olurdum, ay olsam nisan, yön olsam sol. Atom parçacığı olsam da elektron olurdum sanırım. Belirsiz ya. Onun gibi. Yerim belirli olmasın, sadece muhtemel olsun. Yerim biliniyorsa zamanım bilinmesin, zamanım biliniyorsa da yerim. Bu cep telefonları çok fena oldu mesela. Her an her daim ulaşılabilirsin. Elektron yaşam biçime çok büyük darbe.


Düzenli iş, düzenli hayat. Birbirinin aynı günler. Paranteze alınca geriye üç beş gün kalıcak sanki.


İşte bu yüzden, tam da bu yüzden belki, olabilicek en düzensiz durumu yaşayacağım birine kaydı gönlüm. O da başka bir günün hikayesi olsun.





Biterken: Bu Meksika'da yoğurt niye şekerli hep? Zibilyon tane marka denedim, hepsi mi şekerli olur. Sıççam çarklarına, bi yoğurt pilav keyfi yapamıyorum. Hani her şeyleri iyi güzel de, yoğurt nasıl yenir nelerin yanına güzel gider, o konuda epey eksikleri var :/





 

25 Ekim 2011 Salı

İstiyorum ki boyle ayni avatar filmindeki gibi usb cikisimiz olsa, sadece otla bocekle degil de sanal aleme de baglamsak. Yazmak istediklerimi yazmasam da dusunsem ve aktarilsa. Ciplak ayakla toprakta yurume etksi yaratirmis gibi geliyor.


- Posted using BlogPress from my iPhone

15 Ekim 2011 Cumartesi

Çekirdek sorunsalı

Aklıma gelir bazen, dinlediğim bu şarkıyı daha önce burda benden başka dinleyen olmuş mudur diye. Ümraniye'de minibüste Brand New diye pek bilinmeyen bir grubu dinlerken mesela aklıma gelirdi. Hadi Ümraniye çok kalabalık, çekirdek kabuğu* teoremime göre birileri elbet olmuştur.

Şimdi de Meksika'nın Toluca şehrinin sokaklarını arşınlarken aklıma geliyor, Erkan Oğur'un Ey Zahit Şaraba Eyle İhtiramını dinlerken geliyor aynı şey aklıma. Kaç kişi dinliyordur seviyordur Erkan Oğuru, bu sevenlerin kaçı Meksika'ya gelmiştir ve kaçının mp3 çalarında bu türkü vardır da markete giderken dinlemiştir diye düşünüyorum.

Hadi onu geçtim de, Toluca şehrinin Metepec kazasında, gecenin 1'inde başka kim Seni Ben Unutmak İstemedim ki dinleyip sesli sesli söylemiştir ki...

*Çekirdek kabuğu teoremi: Ne kadar dikkat etsem de -ki çok etttim- ne zeman çekirdek yesem, mutlaka gazete kağıdının ya da çöpün dışına iila ki, mutlak ve mutlak bazı çekirdek kabukları hep dişarı taşar. Bu da Gauss eğrisinin y eksenine yakın olduğu, görece olarak çok küçük alana tekabül eder ama örnek sayısı yeteri kadar fazlaysa, eğrinin o bölümüne mutlaka bazı örnekler denk düşer. Nam-ı diğer gazete kağıdı dışına taşan çekirdekler.





Evet ne diyordum. Seni unutsaydım bekler miydim hiç. Bin derdime bin dert ekler miydim hiç... Eklemezdim tabi manyak mıyım, demek ki unutmamışım.


--> Has be has Meksika kaktüsü, heykel neyin fotoğrafındansa bu kaktüs daha samimi geldi.

18 Eylül 2011 Pazar

elde var sıfır

Giriş cümlesi hiç yazamam ben. Okulluyken de böyleydim. Kompozisyonmuş essaymiş, başlaması hep zor gelirdi konusu hazır olsa bile. Başladıktan sonra da konuya bağlamakta da çok zorlanırdım mesela ki hala öyle, kaç kere şu bloğun başına oturup, nasıl başlasam acaba diyip düşünürken, peeh boşver diyip kapatmışlığım vardır.

Neyse demem o ki, Meksika'dayım. Bir otel odasındayım. Son 10 gündür en büyük eğlencem de sokaklarda tek başıma hafif korkarak dolaşmak. Ki o da hafta 1-2 gün 2-3 saat olan bir şey. Geri kalanında ben ve kendim yalnızız. Ya blog okuyorum, ya öyle dolanıyorum sitelerde.

Yine her şeyin anlamsız geldiği dönemimdeyim. Yaptığım iş anlamsız (diğer zamanlarda da böyle düşünüyorum, aksini hiç düşünmedim de zaten, ama aile arkadaş şu bu derken batmıyor o kadar gözüme, oyalanabiliyorum) ve bunun anlamsızlığının farkında olduğum halde devam etmem daha da anlamsız geliyor. Yeni işime henüz 8 ay önce başladığım için hala öğrenme safhasındayım ve üzerinde çalıştığım ürünle ilgili çok kafa patlatmam gerek. Bir taraftan okuyorum, diğer taraftan da niye bunu yapıyorum diye sorguluyorum. İki zıt gücün arasında kalarak ilerlemeye çalışmak ise çok yorucu, ki zaten ilerlemiyorsun da.

Sanırım yine 25+/-3 yaş bunalımındayım. 35 yaş sendromu, azgın teke sendromu, lohusalık sendromu bunlar hep bilinen şeyler de, 25+/-3 sendromu neden literatürde kendine yer bulmamıştır da benim bu aptal isimlendirmeme maruz kalmıştır? Çok da yaygın ve vurucu olmasına karşılık üstelik. Üniversiteyi laylaylom okuyup, arada bir abi ben ne yapıcam acaba şeklinde kendini gösteren ama hiç bir zaman ciddiye almadığımız o korkunun, mezun olunca karşımıza etten kemikten olarak çıktığı halidir bu sendrom.

Mezun olursun, araya yüksek lisans ya da askerlik sıkıştırırsın ama bu yaşlar arasında bir yerde, eninde sonunda mutlaka iş bulma adımına geçersin. Şanslıysan hemen bulursun, şanssızsan öncesinde bir de bir doz iş bulamama stresini tadarsın. Ama sonuç aynı kapıya çıkar: Kim için ne için yaptığını bilmediğin, bilsen zaten kendinden daha çok nefret edeceğin bir işi yaparak ömrünü geçirdiğini farkedersin. İşte sendromun kafanı matkapla delmeye başladığı nokta burasıdır.

Düşündüğünle hiç alakası olmayan, ne insanlığa ne bilime, hiç bir şeye katkısı olmayan bir iştesindir, hayatının büyük bölümünü ve enerjini buna harcıyorsundur. Ve üstelik bunu yaptığın için de kendini şanslı hissetmen gerekiyordur, çünkü işi olmayan yüzbinler vardır ve eğer sen düzgün maaşı olan işinden şikayet ediyorsan kusura bakma ama kadir kıymet bilmezin önde gidenisindir. Hah al sana mükemmel bir çelişki daha. Eşit kuvvette iki zıt güç yine seni cenderesine almış, posanı çıkartıyor.

Evet, karnın tok sırtın pektir, başının üzerinde bir çatı vardır. Ama bu zaten olması gerekendir.Bu minimum yaşam standardına sahip olmayan varsa da, bu ancak sahip olanların ayıbıdır. Benim ayıbımdır senin ayıbındır, hiçbir şey olmasa tepkisizliğinle iştirak ettiğin suçtur. Ve evet, itiraf ediyorum: mutlu değilim yaptığım işten. Kazancımla alabileceğim şeyler değil mutlu edebilecekler. Yeni giysi alıp, her yeni giysiye uyan bi ayakkabı, ona uyan bir çanta alarak mutlu olabilenlerden değilim. Olanlara bir şey demiyorum, mutluluğun en yakın AVM kadar yakın ve ulaşılacak olması güzel bir şey. Ama benim için değil. Tüketerek mutlu olmayı anlamıyorum. Üretmem lazım, hem de gerçekten faydalı şeyler üretmeliyim. Ama 18 yaşın salaklığıyla aldığım karar sonucu okuduğum bölüm ile ne üretebilirim, 3 yıldır düşünüyorum ve hala çözemedim. Büyük CEOların, büyük patronların ekmeğine yağ sürmeye devam etmekten başka nasıl bir iş yapabileceğimi bilmiyorum.

Çapı kendimle sınırlı olacak bir kaç planım var aslında, çarkın dışına çıkmaya dair, en azından kendi başımı dinlerim dediğim. Ama yeterli değil bu, sadece kendi paçamı sıyırdığım plan? Yeterince iyi değil. Gözünü kulaklarını kapayarak huzura ermek de yine bencillik değil midir?

Amacın yardım etmekse, e madem fena da olmayan bir işin var, bu sayede daha çok kişiye daha fazla yardım edebilirsin diyebilirsin. Ben de diyorum bazen. Ama sorun şu ki, tüm enerjini ve ömrünü ne idüğü belirsiz amaçlar uğruna harcayıp elinin ulaştığı 3-5 kişiye yardım etmek, şu andaki dengesiz sistemin tıkır tıkır işleyen bir çarkı olarak verdiğim zararı bile telafi etmez ki, ne yardımından bahsediyorsun.

Hayallerim var, fikirlerim var, enerjim ve isteğim de var, babamın tabiriyle az çok kafam da basıyor.
Bir şeyler yapmak lazım ama ne? Bir şeyler yapmak lazım.















11 Ağustos 2011 Perşembe

hayal paradoksu

Bazen diyorum ki, bir şeyi hayal edersem, sırf hayal ettiğim için onun olma ihtimalini kökünden kurutuyor muyum acaba? Çünkü hayal edersem olmuyor.

O zaman hayal etmezsem ve eskaza hayal edecek olduğum şey bir şekilde gerçekleşirse o zaman onun hayalim olduğunu anlar mıyım? Belki yaşadığımız birçok şey aslında hayalimizdi ama hayal etmediğimiz için hayalimiz olduğunun farkında değiliz. O zaman sayılır mı ki?

Bir de kötü bir şey düşününce onun gerçek olması durumu var, ya ona ne diycez? Aklından geçen o kötü senaryo neden gerçek olur da o iyi senaryolar hep hayal kalır?

Çok dingilce bir durum. Gerçekten. Düşündükçe daha da dingil geliyor.