Her şeyin
nasıl basladığını
düşününce, o kadar geriye gidiyorum ki,
“her şey toz bulutuydu”ndan az hallice
bir noktada durabiliyorum. Her şeyin
başladığı nokta çok,
çok gerilerde, ama Polonya'daki
o akşam bir dönüm
noktasıydı.
Her şey(in
bir kısmı), zaten hep olduğu
gibi, saçma sapan bir akşam
başladı. Varşova'da
İngiliz görünümlü
bir Fransız'a hayatımın
potlarından birini kırmıştım,
ve yahut kırayazıyordum. O kısım
önemli değil.
Önemli olan kısmı,
her zamanki gibi “yea aslında bu işi
yapmak istemiyorum ama gezmeyi seviyorum” diye yakınıyordum
ki, İngiliz görünümlü
Fransız dedi:
- Madem istediğin
bu değil, neden işi
bırakmıyorsun?
Kendisi İngiltere
de bankacılık yapıp
paranın dibine vururken işi
bırakıp Varşova'da
veterinerlik okumaya baslamış. O
demeyecek de kim diyecek tabi bırak işi
diye. Mandal sepeti değil ki, iş bu iş diye
ağzına terikle vuramıyorsun, yapmış bi kere zira, atıp
tutmuyor. Balık balık
baktım, beylik beylik cevapladım.
Ama o birkaç andan biriydi, aslında
gerçek bir cevabımın
olmadığını anladığım.
Karşımdakinden çok
kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Ve
tabii ki başaramıyordum.
O sıralar
henüz bitmemiş,
ve hala yazılamamış Roma hikayesinin de
etkisiyle, sahi dedim, Avustralya'ya
yerleşeyim, bir taraftan yılların
hayali antropoloji masterı
da yaparım hem dedim. Milattan sonraki
Temmuzlardan 2013.'süydü (Birileri
oturup saymış, kitlesel deliliklerimizden
biri daha).
Sonra hop, 2014 Nisan'a
atlıyoruz, bu esnada Avustralya
çalışmalarına başlamış,
göçmenliğin bürokratik labirentinde iki
ileri bir geri gidiyordum. Kaderimin ufak
bir oyunu olarak, Yeni Zelanda'da bir
projeye gitmiştim. Dönüşte
de, Avustralya'da bir haftalık tatil
yapıyordum. Hem keşif,
hem tatil yapıyor, hem şehirlere alıcı
gözüyle bakıyor,
hem de Roma-Venedik-İstanbul hikayesinin
Melbourne ve en son ayağını ekliyordum.
Evinde kaldığım arkadaşıma
“Avustralya'ya gelcem ben yea, hem
okuyacam hem çalışıcam” diyordum ki, B.'den o çarpıcı soru geldi:
-Neden Almanya'yı düşünmüyorsun? Madem okumak istiyorsun, okullar orada ücretsiz, burada yıllık 15bin dolardan başlıyor.
Kendisi de birkaç sene Avrupa'da kalmış,
Almanya'yı seven ve Avustralya'daki eğitim sisteminden de illalah
etmiş biriydi. O demeyecek de kim diyecek tabi Avustralya'da eğitim
bok gibin, naapcen burda diye. Yine balık
balık bakarken, yine beylik beylik
cevapladım ve yine esasen gerçek
bir cevabımın olmadığını
farkettim.
Sonra işte,
hikaye bu ya, Avustralya'dan döndüğümde
patron yeni proje var, Almanya'ya
gidiyorsun dedi, hop kendimi hepi topu bir ay sonra Nürnberg'de
buldum o konuşmadan sonra. Wellington'da
kıyım kıyım
ev aradım, onlarca mesaj attım
sağa sola, hatta numara karışıklığı
oldu, ev için mesaj attığım
kişilerden birinden S&M seasından
önce kahve getirip getiremeyeceğimi
soran mesaj bile aldım. Ve fakat 2.5 ayda
8 otel değiştirdim ve ev neyin bulamadım.
Ama gel gör ki Nürnberg'de, oraya gittiğimin
ikinci günü şipşirin bir evde şipşirin
bir oda buldum şıp diye ve en şahanesi de şapşahane ev arkadaşları.
Ev arkadaşlarımdan
biri gençlere psikolojik danışmanlık
veriyor, boş zamanlarında
jonklörlük ve okçuluk
dersleri veriyor. Diğeri fizikte doktora
yapıyor, diğeri
de üniversiteye yeni başlamış,
2. dönemi Alman dili edebiyatında.
Hemen hemen aynı yaşlardayız
hepimiz, ve aynı karmaşık
frekansta. Ve evet, istediğim böyle bir
hayat diyorum, Andi'yle romanlarda yazarların
kendi fikirlerini görüp göremediğimizi
tartışırken ve Tool sevgisi yarışına
girerken, Franci'yle akşam iş/okul
çıkışı bir bira içmek
için mahalledemizdeki
bi bara giderken ve Peter'dan 3 topu
çevirebilme dersi alırken
parkta, işte tam da bu diyorum. İşten
çıkıp eve gelmek için,
beraber yemek pişirip yemek için
hiç bu kadar sevinmemiştim
daha önce.
Bu şekilde
bir ay geçiyor kalbimin yine irice
bir parçasını arkamda bırakarak
İstanbul'a geri dönüyorum,
ilk işim Almanya'da
yapılacak bir master aramak. Bulduğum
birkaç master, önce lisans şart
diyor (hayret). Master of Arts için
Bachelor of Science bir anlam taşımıyor,
bunun hayal kırıklığı birkaç
dakika, saat ya da an sürüyor. Lisanslara bakıyorum sonra. Diyorum madem ciddiyim bu işte, madem
Almanya'da böyle yaşlı
öğrencilik normal bişi,
buluyorum dişime göre
bir lisans bölümü.
Temmuz 2014. Başvuruyorum
lisansa 11 senelik, artık çoktan
örümcek bağlamış, tozlu ÖSS
sonucumla. Üflüyorum üzerindeki tozları,
koyuyorum zarfa lise diplomamla. Duygusal bir motivasyon mektubu
yazıyorum, Avustralya'ya göçmenlik için girdiğim IELTS sınavımın
sonuç belgesini de ekleyince, -ki daha önceden Avustralya için girmemiş olsaydım, okula başvuramayacaktım zamanında-, yeni bir hayat mümkün mü isimli deneyin malzemeleri tamamlanıyor.
Hikaye bu ya, yani gerçekten
dizide olsam, senaristlere sövüp sayarım,
az daha gercekçi yazsaydınız
şu sahneyi derdim, Ama okuldan kabul
aldığım gün,
Danimarka'dan iş teklifi aldım
karar anını zorlaştırmak için.
Ve tam da aynı gün. Gündüz email aldım
program direktöründen, kabul aldığıma
dair. Akşam da Kopenhag'daki arkadaşımla
skype tan iş görüşmesi
yaptık, iş ne,
ne kadar alırım, ne zaman gelirim diye.
Arkadaşımın şirketine
girip işi beraber büyütebilirdik.
Kopenhag da bir start up ın parçası
olma şansı bir
yerde, patronumun beni Seattle a gönderme
planları ayrı
bir yerde, hepsini kenara koyup alakasız
bir bölümde öğrenciliğe baştan
başlamak ise
bambaşka bir yerde.
Ve 24 Ekim'e sarıyoruz
şimdi, Cuma sabahı.
Gidersem Ekim'e demiştim, gittim neyse ki.
Cuma sabahı. Vizem Salı
günü gelmiş, Çarşamba
işten istifa etmişim
ve bavulumu hazırlamışım, Perşembe
Freiburg'a gelmişim, Cuma sabahına
uyanıyorum yurt odamda. Burası
neresi diyorum, neredeyim, ne yaptım ben?
Hayatımın en garip anları.
Nerdeyim, ne yaptım? Patronumu arasam geri
alır mı beni?
Aman Allah'ım ne yaptım
ben diyorum. Hayatımın en absürd anı.
Sabah kalktım
ve okula gittim.
Ps. Yalnız
yazınca farkettim. Roma'da O. ile
tanışınca Avustralya aklıma
girdi. Varşova'daki Fransız
neden işi bırakmıyorsun
diyince işi bırakıp
Avustralya ya yerleşmeye karar verdim. Proje icabı Avustralya'ya
gitme fırsatı doğunca
oradaki arkadaşım neden Almanya'ya
gitmiyorsun dedi. Proje için yine,
Almanya'ya gidince evet niye Almanya değil
dedim. Yani Almanya'da okula başlamak için
İtalya-Polonya-Yeni
Zelanda-Avustralya-Almanya hattına
yayılmış birtakım
çarpık ve karmaşık
ilişkilerden geçmem
gerekti. Evet gerçekten çok
mantıklı. Hayat bazen en amatörce
yazılmış dizilerden bile daha amatörce
yazılmış gibi.
Pps. Nisan'da 30 oluyorum. Bu konuda ne
hissettiğimi de ne hissetmem gerektiğini
de bilmiyorum. Sanıyorum dedikleri doğru,
30'undan sonra başkaları senin için
ne diyor, ne düşünüyor, çok
da umrunda olmuyor.
Ppps. İşbu yazı, pek sevgili müdür Godsy'e verilen söz üzerine yazılmıştır.
Ppps. İşbu yazı, pek sevgili müdür Godsy'e verilen söz üzerine yazılmıştır.