31 Mart 2013 Pazar

Hikayemtırak: Bilmezdim kıyafetlerin bu kadar kifayetsiz olduğunu Varşova'ya gidene kadar

Soğuğu bile sevebileceğimi de bilmediğim gibi. Halbuki her şey çok soğuk başlamıştı.

---13 Mart öğleden sonra:
Steril bir apartman dairesi, 18. katta.
Şehir ayaklarının altında
Belki de o yüzden bu hayata teğet geçme hissiyatı.
Ve ona karşı koyma ihtiyacı.
Sahi zaten yeteri kadar hayatın dışında hissetmiyor musun kendini?
O yüzden değil mi yürürken ağaçların yapraklarına uzanıp değme;
korkuluklara, bahçe duvarlarına dokunma isteği?
Somutluğunu kime kanıtlıyorsun, ağaca mı, duvara mı, demire mi?
Kendine tabi ki kuzum, kendine.

---24 Mart öğlen:---
Ve sonrasında kendime eski, kısım kısım dökülen,
Ama steril olmaktan da iyi anlamda çok uzak olan bir yer buldum, yaşamak için.
Odamda Bach'ın nota kağıtları(music sheet in Türkçesi neydi ya la, müzik çarşafları?)
Bir piyano, bir sürü kara kalem çizim, kitap, film, fotoğraf albümleri
İki de ev arkadaşım vardı, biri Agata, sanatın benim sayabildiğim 5 alanına bulaşmış
Bir de Marcin. Piyano çalıyor, o caz çalıyor, caz onu çalıyor.
Ben ona kahve pişiriyorum kısık ateşte ve olmayan köpükleri fincanlara pay ettiğim
Kahve beni pişiriyor, kahve beni karıştırıyor.

Son gün dolaşıyorum, karın eksik olmadığı, 
Ama en azından da eksili derecelerin iki haneye ulaşmadığı zamanlardan birinde.
Donuyorum, ellerim uyuyşuyor, müzik olmasa kulağım donacak
Ama ora benim, benim sokağımı yürüyorum, fırınımı bulup kruvasanımı yiyorum
Biri bana yol bile soruyor - kimin şanssızlığı bu sahi: yüzlerce kez geçtiğim yerlerde kimse bana yol sormazken, bilmediğim illerde, bilmediğim dillerde tarif sorulması? I don't speak Polish diyenlerin mi, onca insan arasından öyle diyeni seçenlerin mi?

Bir kan var bir de kanımdan içeri sanırım. 
Çünkü kırmızı olanı isyanlarda artık, donuyorum. 
Ama o içteki olan alev alev, daha fazlasını istiyor, şehrin hepsini yürüyeyim istiyor. 
Arada bir noktada anlaşıyorlar ve eve dönüyorum. 
Çayım, kitabım, Enver'im İbrahim le oturuyorum karlı sokaklara karşı
Cheesecake e kaşık atıyoruz sonra
Disko öncesi tansiyonlarımızı ölçüyoruz, 40-50 yaş arkadaşlarımla
Tansiyonlar yerinde, gidiyoruz bara
Bar klişesini yaşıyorum orda, başlamadan biten "this conversation is not going anywhere" 
Eve gelip bir çay daha içiyoruz  sonra çikolatamızla.
Konuştuklarımızın anca yarısını anlıyoruz ama sanki tamamımı anlamışlar, tamamlarını anlamışım gibi geliyor. Ya da en önemli kısımlarını. 

Dönerken kar yağıyordu, ama ben üşümüyordum. Şehri şehir yapan, yaşanacak kılan da insanlarmış. 
Kaderde gıcırdayan parkeli evde, kozmosa karşı banyo yapmak da varmış.
29 Mart öğleden sonra---

Geçenlerde bir arkadaşım demişti, yazsana bu ufak hikayelerini diye. Dedim önemli değil, unutacağımı hiç sanmıyorum. Yok sen yine de yaz dedi, haklısın dedim. Yazdım.